10 Aralık 2014 Çarşamba

Milano - Venedik 2. Gün: 26 Ekim 2014 (Milano-Como-Bellagio-Varenna)


Como

 Pazar gününü Como ve çevresinde geçirmek istiyoruz.

Como'ya trenle iki şekilde gidebilirsiniz. Ana güzergah olarak Como'ya giden trenler Milano N. Cadorno istasyonundan kalkıyor ve Como gölünün hemen kenarındaki Nord Lago istasyonuna varıyor. Bu şekilde yol 1 saat  3 dakika sürüyor. Bu trenler yarım saatte bir var.

Alternatif güzergah ise özellikle bizim için Centrale istasyonu civarında kalanlar için anlamlı. Centralden her saat Como S. Giovanni istasyonuna tren var. Yol 36 dakika sürüyor, ancak S. Giovanni istasyonu Nord Lago gibi şehir merkezinde değil, yürüyerek 15 dakika civarında.

Biz kısa olması ve otelimize yakın olması nedeniyle 2. anlattığım güzergahı seçtik. Trenlerin saat ve fiyatlarını ise Trenord sitesinden kontrol ettik. Ancak bileti cumartesi gecesi istasyondaki bilet makinalarından aldık. Kişi başı 4.60 Euro verdik.
Milano Centrale tren garı
Sabah 8.10 trenine binmek hedefimiz. Bir gün önce italya ile saat farkı nedeniyle 1 saat öne aldığımız saatlerimizi, bu sabah da biten yaz saati uygulaması ile bir saat öne alıyoruz. O nedenle saatinden çok önce istasyonda olup kahvaltımızı yapıyoruz.
Trenimize ilişkin bilgiler
Centrale'de ekranlardan hangi peronda trene bineceğimizi bulmaya çalışıyoruz ama Como'ya giden bir tren yok. Bilet satan makinalardan trenin numarasına bakıyoruz da tren numarasından peronu buluyoruz. (Bellinzona treniymiş aslında bineceğimiz tren, biz ara durakta ineceğiz)
Trende Eda
Tren yer numarası olmayan, son derece rahat bir tren. Zaten yol da topu topu yarım saat.
Pazar sabahı 9'da Como'nun boş sokakları
9'a çeyrek kala gibi trenden iniyoruz. Şehir merkezine doğru yürüyoruz. Etraf haliyle boş. Fotoğraf çeke çeke bu güzel kasabanın göl kenarına geliyoruz. Bir dolu bisikletli ve koşan insan var. İlk işimiz Bellagio'ya gitmek için bilet sormak.
Como'da her bina güzel gözüküyor.
Daha önce web sitesinden kontrol ettiğimde görüyorum ki, bloglarda herkesin övdüğü bu küçük Bellagio'ya gitmek o kadar da kolay değil. Feribot 2 saat sürüyor. Ve çok sık yok. Buraya gideceksek tek seçeneğimiz 12.'deki feribota binmek. Tam ona bilet alırken hızlı feribot saatleri gözüme çarpıyor. 11.10'a da hızlı feribota bilet alıyoruz. Normalde bilet fiyatı kişibaşı 10.40 Euro. Hızlı olunca buna ek olarak 4.40 Euro daha alıyorlar.
Dağdaki patika feniküler yolu. Ortaki kırmızı şey ise feniküler.

Hızlıca Como'dan Brunate'ye çıkan fenikülere doğru yürüyoruz. Brunate oldukça tepede bir yerleşim yeri. Feniküler de buraya dik bir tepeden çıkıyor. Yarım saatte bir çalışıyor ve yol 7 dakika sürüyor. Eğer en alttaki kısma geçebilirseniz çıkarken çok hoş görüntüler izleyebilirsiniz.
Feniküler ile çıkarken. Tavsiyem en alttaki vagona binip ayakta durmanız. Yüksekten korkmuyorsanız tabi.

Fenikülerden aşağısı
Biz iniş-çıkış şeklindeki biletlerimizi saat 10.00 için alıyoruz. Onu beklerken hemen yanındaki kahveciden de birer espresso içiyoruz.
Brunate'den Como manzarası. Duomo katedrali
Feniküler Brunate'de durduğunda yine koştur koştur fotoğraf çekiyoruz. Niyetimiz ilk fenikülerle aşağıya geri inmek. Bir sonraki hızlı feribot saatini öğrenmek ve ona göre Como'yu gezmek. Eğer planladığımız gibi 11.10 ile geri dönersek Como'yu sadece tepeden görebilmiş olacağız çünkü.

Neyse ki saat 14.00'de bir tane daha varmış. Planladığımızdan daha geç olsa da Como bize daha cazip geliyor. Başlıyoruz Como sokaklarında boş boş gezmeye.
Como'dakiler çok şık ve özenli gözüküyorlar. 
Bizimki Como'nun şıklığına pek uygun değil ne yazık ki.
İlk durağımız gölün hemen karşısındaki meydandaki el işleri pazarını gezmek oluyor. Sanırım özellikle yeni yıl için kurulmuş. Şarküteri de var, magnet de, yılbaşı süsleri de. Bu meydanın yanından dondurma alıp yolumuza devam ediyoruz.
Duomo
Daha sonra Duomo katedraline doğru ilerliyoruz. Katedralin içine bakıp como sokaklarında gezmeye devam ediyoruz. Zaten çok büyük olmayan Como'da biraz gezintiden sonra tam Duomo'nun karşısındaki restaurantlardan birine oturup yemek yiyoruz.
Duomo'nun karşısı, arkalarında yemek yediğimiz istasyon.
Oradan çıkınca biraz daha sokaklarda oyalanıyoruz ve vapurun oraya gidiyoruz. İkide yan iskeleden kalkan vapurumuzla Bellagio'ya doğru yola çıkıyoruz. Bellagio gitmeden methini çok duyduğumuz bir yer olduğu için heyecanlıyım...
Resim yazısı ekle
50 dakika sonra, 14.50'de şirin kasaba gözüküyor. Sokaklar çok hoş, güzel bir güneş var. Ama yerler ne yazık ki arnavut kaldırımı ve merdivenli. Ben bizim sıpa uyumadığı için gerginim. Onu kanguruna güç bela ikna edip gezmeye başlıyoruz.
Bellagio
Bu arada sefer saatlerine bakıyoruz. 15.45'de bir tane var. Bir sonraki ise bize geç olacak. O yüzden hızlıca geziyoruz, zaten küçücük. Eda da uyuyakalıyor nihayet. Orada bir yere oturup da bir Aperol içemediğimize hala yanarım.

Bellagio
 Bu güzel kasabanın tadını çıkaramadan, benim aceleciğim yüzünden vapura binip Varenna'ya doğru hareket ediyoruz.
Varenna
12 dakika sonra vardığımız Varenna ise bambaşka bir acelecilik ve salaklı örneği. Burası da çok güzel bir kasaba. Ben iner inmez önce tren garını bulalım da ona göre oturalım diyorum. Vapurdan inip milleti izleyerek sola doğru yürümeye başlıyoruz. Daracık sokaklarda kayboluyoruz, merdivenli zor yerleri aşıyoruz, ona soruyoruz buna soruyoruz. Nihayet anlıyoruz ki ilk indiğimiz yerin yukarısı tren garıymış.
Varenna'nın dar sokak ve merdivenleri
Tren garına kadar gelmişken geri dönmeyelim diyoruz ve 37geçelerde geçen trene biniyoruz. Bu tren bizi yaklaşık 1 saatte Milano Centrale'e götürecek.

Dolayısı ile Bellagio ve Varenna'dan bir şey anlamamış oluyoruz. Biraz planlama hatası, biraz aşırı programa bağlı gezme isteği, biraz panik ama çokça bebekli gezgin olmanın sonucu bu. Bence bugünün en güzel yeri Como.

Trenden inince saat daha erken diye yeniden milano merkezine iniyoruz. Bu sefer metrodan MonteNapoleone durağında inip oralarda gezelim diyoruz. Bu caddeden yürüyerek önce bir yerlerde bir şeyler içelim, Eda da yemek yesin diyoruz. Eda'ya omlet bize de içki söylüyoruz. Omlet 12 Euro. 2 yumurtaya 30 lira para veriyoruz yani. Ama happy hour uygulaması güzel. İçerde bir açık büfe var. Kanapeler, cipsler vs istediğin kadar alıyorsun. En azından akşam yemeklerini böyle geçiştiriyoruz.

Sonra uzunca bir yürüme marathonu başlıyor. Amaç Eda uyusun da biz de biraz dinlenelim. Tam Eda uyuyor, pusete koyarken çığlık çığlığa uyanıyor. Biz de yorgunuz zaten, otele dönüyoruz... Yarın Venedik için yola çıkacağız.

4 Kasım 2014 Salı

Milano-Venedik 1. Gün: 25 Ekim 2014 (Milano)

Milano Duomo
Daha önce bahsettiğim gibi bugün Pegasus ile Milano-Bergamo'ya uçuyoruz. Ankara'dan sabah 8'de kalkan uçağımızı 11.45'de kalkan Bergamo uçağı takip ediyor. Yaklaşık 2,5 saat sonra Bergamo'dayız. Saat farkı yüzünden 1 saat kazanıyor ve 13.20'de havaalanına iniyoruz.

Uçaktan otobüsle bizi bir kapıya bırakıyorlar. Ve kapının dışına kadar sıra var! Pasaport kontrolü sırası. Çok çok yavaş ilerliyor. 20 dakika bekleyişten sonra daha önümüzde uzun bir kuyruk varken yeni banko açıyorlar ve "Bambiniii" diye bağırıyorlar. Bebekli yolcular bu taraftan diye yorumluyor ve pat diye sıranın en önüne geçiyoruz.

Pasaporttan hızlı geçersen bagajda beklersin teoremi yine yanılmıyor ve uzun uzun bagaj bekliyoruz. Havalanından ayrılmamız 1 saati buluyor. Gümrükten geçince bir dolu transfer otobüsü firmasının bankosu var. Biz daha önceden bildiğimiz Terravision firmasını seçiyoruz. 20 dakikada bir otobüsleri var. Tek yön 5 Euro, gidiş dönüş 9 Euro. Bankodaki adam 2 dakikaya kalkıyor diyor, biz de alıyoruz. Ama 2 dakikaya kalkanı 10 saniye ile kaçırıp bir sonrakine binebiliyoruz.

Otobüs Centrale'nin yanında indiriyor. Oradan yürüyerek otelimizi (Hilton Milan) buluyoruz. Oteli tavsiye etmiyorum bu arada. Neden bu oteli seçtiğimizi şu yazıda anlatmıştım, öncelikli neden her gün centrale istasyonunu kullanacak olmamız ve valizleri bir an önce otele atabilmemizdi. Ama internet olmaması ciddi bir dezavantaj oldu.

Otele gidip eşyaları bırakıp şehir merkezine gitmemiz 4.30 oldu. Buradan şehir merkezine çok rahat metro var. 4 durak sadece. Metro da sık sık geliyor. Metro haritası burada. Metroya 1 biniş 1,5 Euro. 24 saatlik bilet 4,5 Euro. Biz bilet makinelerinden 2 tane 1 günlük bilet aldık ama biletin parasını çıkaramadık, metroyu 2 defa kullanabildik.
Katedralin önündeki meydan
İlk işimiz meşhur Katedral'e gitmek. Bu katedral cidden şehre damgasını vurmuş, hayat çevresinde akıyor. Önündeki meydan çok kalabalık. Yerde muşamba ve boyalar var, isteyenler ismini yazıyor. Katedralin içi beni çok etkilemedi. Ama dışı gerçekten muazzam.


Duomo
  • Çalışma saatleri: 07.00-18.40
  • Kapalı gün: - 
  • Ücret: Yok, fotoğraf çekmek istiyorsak 2 Euro, asansör ile teras 12 Euro
  • Süre: İçini gezmek 15 dakika
Duomo içi
Buradan sonra Dünyanın en eski alışveriş merkezi diye bilinen Galleria Vittoria Emanuelle'ye gidiyoruz. Aslında burası cam kubbeli, artı şeklinde bir pasaj. Bir kolu Duomo'nun oradayken diğer kolu La Scala tiyatrosunun olduğu La Scala Meydanına çıkıyor.

Galleria Vittorio Emanuele II
Galleria Vittorio Emanuele II
Bu hareketli pasajı da mağazalara pek bakmadan geçiyoruz. Burası da cıvıl cıvıl bir yer. İçinden geçerek La Scala meydanına çıkıyoruz, burada olması gereken Leonardo Da Vinci heykeli tadilatta. Meydanın hemen yanında ise ünlü La Scala Opera binası var. Ancak orası da pek ilgimizi çekmiyor. 
Haritaya bakarken yanımızdaki kadının poşeti dikkatimi çekiyor. "Luini"notlarıma aldığım bir fırın. Kadına buranın yerini sorup "Panzerotti" yemeğe gidiyoruz. 
Panzerotti içindeki mozeralla ile Eda'nın imtihanı
Panzerotti, içinde mozeralla vs konulan bir çeşit hamur işi. Kalın ve puf bir hamuru var, içinde peynir sündükçe sünüyor... Kapısında uzun bir sıra vardı, ama çok hızlı ilerliyor. İri yarı bir zenci güvenlik görevlisi sıraya göre hangi kasaya gidileceğini gösteriyor. Buradan 3 tane panzerotti alıp kaldırımda yiyoruz. 

Buranın hemen karşısında bir de dondurmacı var. Orası da çok kalabalık, sanırım meşhur bir yer. 

Luini'den sonra yeniden Duomo'nun önüne çıkıyoruz. Yeniden Galleria Vittoria Emanuele'e giriyoruz, bu sefer artının diğer kolunu geziyoruz. Yan kollardan çıkıyoruz.
Durmayan Eda'yı oyalamak için bir dondurma alıp yeniden çıktığımız Scala meydanında yiyoruz.

Biraz daha ilerledikten sonra yine bir turistik cadde olan daha doğrusu lüks markaların sıra sıra dizildiği Via Montenapoleone caddesine çıkıyoruz. Mağazalarla değil ama kimin elinde ne poşeti olduğu ile ilgileniyorum ben. Caddeyi dümdüz geçince San Babila kilisesine çıkıyoruz.

San Babia kilisesi ve çocuk uyutma zaferi


Dışarıdan baktığımız bu kiliseyi arkamıza alıp Corso Vittorio Emanuele II caddesine giriyoruz. Bayraklarla donatılmış bu kalabalık ve cıvıl cıvıl cadde yeniden Duomo'ya çıkıyor.


Corso Vittorio Emanuele

Dön dolaş geldik mi Duomo'ya. Saat erken olmasına rağmen Eda uyuduğuna göre, bir yerlerde oturup bir şeyler içebiliriz.

Duomo'yu arkamıza alıp Via Mercanti'ye giriyoruz. Orada Caffe Martini diye bir yer görüp oturuyoruz. Vay anasına büyük bira 10 Euro, bir aperol 15 Euro. Ama happy hour'a denk gelmişiz, fotodaki ikramları veriyorlar ve ikramlar çok lezzetli, yanısıra da doyurucu. 25 Euro'yu iki içkiye veriyoruz ama karnımız da doyduğundan çok mutsuz değiliz.
Caffe Martini'de happy hour kapsamındaki ikramlar ve 25 Euro verdiğimiz içkiler

Buradan yeniden Duomo'nun önüne yürüyoruz ve günü sonlandırmak için metroya biniyoruz.

Duomo, gece... 

31 Ekim 2014 Cuma

Milano-Venedik: Gitmeden önce

Venedik
Pegasus'un kış kampanyalarını seviyoruz. 29 Ekim tatilini de düşününce Pegasus'tan ucuz bilet aramaya başladık. Milano'ya bilet vardı. Milano'da çok bir şey yok diye duymuştuk. Aman dedik, ne olacak, uzun uzun cafelerinde otururuz, Eda ile dinleniriz. Mart ayında 25 Ekim için 1100 TL'ye 2 kişi ve 1 bebek Ankara aktarması dahil gidiş dönüş bilet aldık. Uçak Bergamo diye Milano'ya 1 saat uzaklıkta başka bir şehire iniyor aslında.

Milano'yu araştırmaya başladık. Oraya gitmişken 1 gün Como Gölü'nü gezeriz diye düşündük. Venedik 2,5 saatmiş. 1 gece de Venedikte kalalım dedik. Venedik-Milano arasında tam orta yerde Verona varmış, onu da programa ekledik.

Dolayısıyla bizim ayaklarımızı uzatıp kahve içeriz dediğimiz tatil, 20 aylık canavar ile oradan oraya koşturmaya döndü.

Havaalanından gelen otobüsler Milano Centrale istasyonunun orada duruyor. Como'ya da şehir içindeki istasyonun yanısıra buradan da tren var. Venedik ve diğer şehirler arası trenler de Centrale'den kalkıyor. Dolayısıyla biz de bu istasyonun yakınında kalalım dedik, nasılsa her gün Centrale'ye işimiz düşecek.

İstasyona ve metro durağına 200 metre ötede Hilton oteli vardı. Aslında ilk 2 gün ve son gün olmak üzere 3 gece kalacağımız halde check-in check-out ile uğraşmamak ve valiz toplamamak için 4 gece olarak buradan rezervasyon yaptırdık. 4 gece fiyatının ayrı ayrı alınacak 3 gece fiyatından sadece biraz pahalı olması da buna etken oldu. Otele vergi hariç 397 Euro verdik. Yani geceliği 100 Euroya geldi. Vergi ise gecelik kişi başı 5 Euro. Kahvaltı hariç aldık. Otelin en büyük eksisi odada internet olmamasıydı bence. Odada kahve makinası olması ise en büyük artısı. Yeri iyi ama bir daha gidersem şehir merkezinde kalırım. Otel her zamanki gibi booking.com'dan.

Venedik'te ise San Marco meydanının yanında büyük kanalın bittiği yerde ve vapur durağının tam önünde Hotel Paganelli'yi ayarladık. Sanırım buraya da 150 Euro verdik, yine booking.com üzerinden.Buranın vergisi günlük 3,5 Euro. Otele check-in yaparken peşin ve nakit olarak alıyorlar.

Bu sefer vize almamıza gerek kalmadı, bir önceki seyahatimizde Portekiz bize 1 yıllık vizeyi uygun görmüştü.

Venedik ve Verona'ya gitmek için biletlerimizi trenitalia'dan ayarladık. Biletler 4 ay önce satışa açılıyor ve açıldığı sırada kişi başı tek yön 9 Euro oluyor. Biz açılır açılmaz aldık, Venedik'e, oradan Verona'ya ve oradan da Milano'ya olmak üzere...

Como gölünün planı ise en uzun sürendi. Como gölü ile ilgili yorumları okurken Bellagio diye bir kasabayı çok övdüklerini okudum. Ancak buraya vapur ile gidiliyor ve sefer sayısı bizim gittiğimiz tarihler için fazla değildi. Üstelik de yol 2 saatten uzun sürüyordu. Vapur saatlerini şu siteden kontrol edebilirsiniz: Navigazionelaghi. Bellagio'dan da Milano'ya dönüş olmadığı için dönüşümüzü Varenna olacak şekilde ayarladık. Burası da Bellagio'ya vapurla 15 dakika uzaklıkta. Burası için tren biletlerini binmeden önce istasyondan aldık. Seferler trenord web sitesinden kontrol edilebilir.

Ve son hazırlığımız Da Vinci'nin Son Akşam Yemeği tablosuna rezervasyon yaptırmak oldu. Bu eseri görmek için 15 dakikalık seanslara rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Biletler günler (aylar) öncesinden tükeniyormuş. Biz gitmeden 1 ay önce aldık, aslında hiç bilet yok gözüküyordu ama bir anda döneceğimiz günün sabahına açıldı. Sabahları 9.30'da İngilizce rehberli tur var. Bize tesadüfen o seans açıldığı için onu aldık. Bileti şu siteden alabilirsiniz: Vivaticket. Biz rezervasyon ücreti, rehber ücreti dahil 28 Euro vermişiz. (Eda için bilet parası yok ama rezervasyon ücreti vardı)

Sonuçta programımız şu şekilde oluştu:


  • 25 Ekim Cumartesi: Milona'ya gidiş
  • 26 Ekim Pazar : Como-Bellagio-Varenna
  • 27 Ekim Pazartesi: Venedik-Murano-Burano
  • 28 Ekim Salı: Venedik-Verona
  • 29 Ekim Çarşamba: Milano ve dönüş


2 Eylül 2014 Salı

Lizbon - Porto: Gitmeden Önce

Porto
Şubat ayında yaz tatili için nereye gitsek diye düşünmeye başlamıştık. 
THY’den birikmiş millerimiz vardı, Şubat ayında Lizbon ve Porto’ya giden ablamlar ise öve öve bitirememişlerdi oraları. Ve hadi itiraf edeyim, Portekiz’in 1 yıllık vize verdiğini de duyduk, böylece kararımızı vermiş olduk. Bir sonraki istikamet Lizbon!


Lizbon’a bayram tatilinde gitmeye karar verdik. Yani 26 Temmuz’da. Uçak biletimizi ise 8 Şubat’ta aldık. Milleri kullanıp sadece vergilerini  verdiğimiz için tam olarak bilet fiyatını hatırlamıyorum. Sadece vergilere Ankara bağlantısı dahil 2 kişi ve 1 bebek gidiş dönüş 1200 TL para verdik. 

Planımıza göre toplam 4 gecemiz var, ve bunun 1 gecesini Porto'da geçirmeyi planladık. 

Çok yokuş olmayan bir yerde, bebek ile rahat edebileceğimiz şekilde, büyük metrekareli, merkezi bir otel aramaya başladık. Bu sefer booking.com'un yanısıra Orbitz'i de kullandık. En iyi fiyatı Orbitz'den yakalayınca oteli de ayarlamış olduk. 

Lizbon için Hotel Portugal'ı seçtik. Otel bir çok otobüs ve tramvayın geçtiği Plaça de Figueria'da. Bunun dışında ünlü turistlik cadde Rua Augusta ve önemli meydan Rossio Meydanı'na çok çok yakın. Odası oldukça büyük, temiz ve havalı. Kahvaltısı makul. Personeli çok misafirperver. 

Porto'da ise Teatro Hotel'de kaldık. Entresan bir tiyatro ambiyansı yapmışlar. Etraf epey karanlık. Oda çok büyük değildi, banyo kapısı yerine perde olması ise bizim cücenin çok hoşuna gitti. Ama yer olarak güzel. 

Bunları ayarladıktan sonra sıra vizeye geldi. Vize için aracı bir şirket yok, büyükelçiliğin kendisinden randevu ile alınıyor. Bu linkteki bilgilerden faydalanabilinir. Biz Pazartesi günü başvurumuzu yaptık, perşembe günü pasaportlarımız geldi. 1 yıl çok girişli vize verilmiş. 

Ve son ön hazırlığımız Lizbon-Porto arasındaki biletlerimizi almak. Fiyatlar ve saatler bu siteden kontrol edilip bilet alınabilir. Biz biletleri gitmeden 40 gün önceden almışız. Kişi başı gidiş-dönüş 37 Euro vermişiz. Tren Lizbon'daki Oriente istasyonundan binip Porto Campanha İstasyonunda indik.

 Portekizde taksi diğer Avrupa ülkelerine göre ucuz. 3.25 ile taksi açılıyor. Kilometre başına 0.48 Euro veriliyor. Bagaj varsa ek 1.60 Euro ödeniyor. Lizbon'da Havaalanından otel 15 Euro tuttu. Otelden Oriente istasyonuna 11 Euro. Porto'da ise Campanha'dan otel'e (Sao Bento istasyonuna) 5 Euro tuttu. Bu anlamda 2 kişi ya da daha fazla iseniz taksi bir ulaşım seçeneği olabilir. 

Tüm bu ön hazırlıklardan sonra artık Portekiz zamanı... 

1 Eylül 2014 Pazartesi

Lizbon - Porto 1. Gün: 26 Temmuz 2014

Ramazan Bayramı tatilinin ilk günü...
Sabah 2.15'de başlıyor bizim için yolculuk. Ankara-İstanbul uçağımız 4.20'de. İstanbul-Lizbon ise 07.30'da.
Yanımızdaki 17 aylık kızımıza rağmen yolculuklar korktuğumuz gibi geçmiyor, bizim sıpa bizi üzmüyor. THY'nin güzel olan tek şeyi uçak içi hizmet kalitesi. İkramlar ve görevlilerinin kalitesi. Onun dışında Türkiye'nin gururu olabilecek bir şirket iken bildiğin rezil bir şirket.

Yolculuk 4,5 saat sürüyor. 2 saat zaman farkını da hesaba katınca biz tam 10'da uçaktan iniyoruz. Pasaportta çok sıra yok, ancak bizi Eda sayesinde öncelikli bankoya alıyorlar. Pasaporttan geçtikten sonra kısa bir süre bekleyip bagajımızı alıyoruz.
Lizbon
Havaalanından otele taksi ile gitmeyi planlamıştık. Ön araştırmamızda gördüğümüz kadarıyla taksi 15 Euro civarı tutuyor. Havaalanı şehre çok yakın. Taksiye hemen ön kapıdan biniyoruz. Oldukça neşeli taksi sürücüsünün bizi kazıkladığı için o kadar neşeli olduğu ortaya çıkıyor, 20 Euro verip taksiden iniyoruz.

Otele önceden erken giriş yapmak istediğimizi yazmıştık. Bizi kırmıyorlar ve hemen devasa odamızı veriyorlar. Odaya yerleştikten sonra yemek için kendimizi dışarı atıyoruz. Ama benim iki bebem de (kocam ve kızım) çok huysuz.
Santa Justa

Rua Augusta

Rua Augusta'dan şöyle bir yürüyüp Santa Justa Asansörünün hemen altındaki bir pizzacıda yemek yemeğe karar veriyoruz. 4 peynirli pizza, 1 porsiyon kalamar ve 2 bira söylüyoruz. Pizza vasat, kalamar kötü, bira ise güzel. Oturduğumuz yerin adı o elevador. Toplam 26,80 Euro veriyoruz. Pizza 10 Euro, biralar ise 5'er Euro.

 Rua Augusto ve paralel yolları oranın en populer yerlerinden. Bol bol turistik restaurant ve hediyelik eşyacı var. Santa Justa Asansörü de burada. Caddenin deniz tarafı Plaça de Comercio ile bitiyor. Burada büyük bir tak var. Diğer tarafında ise Rossio meydanı var. Rossio girişinden bakınca meşhur takı ve denizi görebiliyorsunuz, kısa bir cadde yani.

Benim huysuz bebeler yemekten sonra iyice mahmurlaşınca otele dönüyoruz. Onlar öğle uykusunu uyuyorlar.

Belem'e giden otobüs

Zorla kaldırıyorum 2 saat sonra. Amacımız Belem bölgesine gitmek, ama önce 24 saat geçerli Lisboa Card almak istiyoruz. Lisboa Card 24 saat, 48 saat ve 72 saat şeklinde seçenekler sunuyor. Bu kart ile ulaşım ve bazı müzeler bedava. Bazıları ise indirimli. Bizim önümüzdeki 24 saatlik programa bakınca Belem Kulesi, Kaşifler Anıtı, Jeronimos Manastırı, Sintra ve Pena Sarayı var. 24 saatlik kart kişi başı 18,5 Euro. Dolayısıyla kartı alıyoruz. Kartı Rossio Meydanının Rua Augusto tarafındaki turism bilgi kioskundan alıyoruz.

Kartı alıp Plaça de Figueria'ya dönüyoruz. Belem'e giden 714 numaralı otobüsü bekliyoruz. İsterseniz Belem'e aynı meydandan kalkan 15 numaralı tramvay ile de gidebilirsiniz. Tüm otobüs ve tramvayların güzergahlarını bu linkten bulabilirsiniz.

Kartımızı otobüste de kullandığımız için para vermeden otobüse kuruluyoruz. Yol yarım saat cıvarında sürüyor, 21 durak sonra Jeronimos durağında iniyoruz. Unesco Dünya Mirası listesindeki bu manastır ihtişamlı görüntüsüne rağmen oldukça küçük.

Jeronimos Manastırı
Mosteirodos Jeronimos (Jeronimos Manastırı) 
  • Çalışma saatleri: 10.00-18.30 (son giriş 18.00)
  •  Kapalı gün: - 
  • Ücret: Belem kulesi ile kombine bilet 12 Euro
  • Gezme Süresi: 1,5 saat


Jeronimos Manastırı


Manastır 2 kattan oluşuyor. İçinde etkileyici bir de kilise var.

İçerdeki kilise

Bizim gezmemiz pek uzun sürmüyor. 45 dakika sonra manastır turumuzu bitirmiş oluyoruz.
Jeronimos Manastırı
Çok susadık. Meşhur Belem Pastanesi hemen yakında. Oraya gidelim diyoruz. Gitmeden önce okuduğum tüm bloglarda kapıdaki sıraya aldanmayan, içerde masaya servis var ve içi çok büyük yazıyordu. Biz de öyle yapıyoruz ama içerisi çok sıcak, nemli ve nemrut! Garsonlar yüzümüze bakmıyor. Masa için de sıra var. Biz bir masaya oturuyoruz ama tabi ki mama sandalyesi yok. Dilimiz damağımızda, ama garson ilgilenmiyor vs... 10-15 dakika bekledikten sonra ve henüz sipariş veremeden çıkıyoruz.

Hemen yanında Starbucks, onun da yanında bir cafe var. Cafeden dondurma alıyoruz, ama sonradan biraya dönüyoruz. Biraz dinlendikten sonra istikamet Belem Kulesi.

Jeronimos Manastırının karşısında Kaşifler Anıtı var. Ancak karşıya geçmek meşaketli. Bir alt geçitten geçmek gerekiyor. Aşağıdan karşıya geçtikten sonra Belem Kulesi Manastıra 1 kilometre uzaklıkta. Karşıdan karşıya geçtikten sonra saat problemi yüzünden hemen Belem Kulesi'ne yöneliyoruz.

Belem kulesine giden yol deniz kenarı. Hoşumuza gidiyor yürümek. Belem Kulesine ise ahşap bir köprüden ulaşılıyor. Kız kulesinin karaya yakın olanı...

Belem Kulesine giden yol

25 Nisan Köprüsü'nün Belem Kulesinden görünüşü

Torro de Belem (Belem Kulesi) 

  • Çalışma saatleri: 10.00-18.30 (son giriş 18.00)
  • Kapalı gün: -
  • Ücret: Jeronimos Manastırı ile kombine bilet 12 Euro, Lisboa Card'a ücretsiz
  • Süre: 2 saat
  • Not: İçerde spiral merdivenler olduğundan bebek arabası ile çatıya çıkmak zor.
Eğer Lisboa Card'ımız olmasaydı Belem Kulesi'ne girmezdik. Çünkü arabayı bırakmamız gerekiyor, Eda kucakta ise o merdivenlerden çıkmamız ise çok zor. Ama nasılsa bedava diye, ilk kata çıkıp diğerlerine çıkmadan geri çıkıyoruz.

Buradan Kaşifler Anıtı'na gidiyoruz. Oraya da bebek arabası almıyorlar ama en azından asansörü var. Kaşifler anıtında aşağıdaki yapının en üstüne çıkıp fotoğraf çekebiliyorsunuz. Daracık bir alan, ben gördüğümde çok şaşırdım. 2 kişinin yanyana anca durabileceği bir alan.

Kaşifler Anıtı
PadrãoDos Descobrimentos (Kaşifler Anıtı) 
  • Çalışma saatleri: 10.00-19.00 (son giriş 18.30)
  • Kapalı gün: - 
  • Ücret: Asansör 3 Euro (Lisboa Card ile 1 Euro indirimli) 
  • Süre: 1 saat

Kaşifler Anıtından Marina
Kaşifler Anıtından Manastır
Buradan çıktıktan sonra yeniden durağa gidiyoruz. 714 numaralı otobüs ile 15 numaralı tramvay aynı duraktan hareket ediyor. Biz hangisi önce gelirse diye beklemeye başlıyoruz. Tramvay geliyor, ona biniyoruz.

Tramvay  Plaça de Comercio'da duruyor, biz de ani bir kararla iniyoruz. Deniz kenarında biraz vakit geçirip fotoğraf çektikten sonra Rua Augusto'dan yukarıya doğru dolaşarak yürüyoruz. Bu arada saat 8 oldu. Yemek için güvenilir liman McDonald'sa gidiyoruz. Rossio Meydanında yemeğimizi yiyip günü tamamlıyoruz.


Plaça de Comercio

31 Ağustos 2014 Pazar

Lizbon- Porto 2. Gün: 27 Temmuz 2014

Bugün programımızda Sintra ve Pena Sarayı var. Gün kıymetli, erkenden saat 08.30 gibi otelden çıkıyoruz. Tren 08.38'de. Yarım saatte bir var ve yolculuk yaklaşık 40 dakika sürüyor. Biz 24 saatlik lisboa card aldığımızdan trene de bu biletle binebiliyoruz. Bileti ayrıca bir biletle değiştirmek gerekmiyor, turnikeden okutup geçiyoruz. Rossio tren istasyonunda 3 Nolu peronda tren bizi bekliyor.
Sintra'ya gidecek tren

Trende Cumartesi gecesini Lizbon'da eğlenmek için gelenler dışında pek kimse yok. Bütün gece içip eve yatmaya gittikleri her hallerinden belli. Biz onların haline açılarak bakarken sanırım onlar da bizim bebekli ve elimizde Turist haritalı halimize açılarak bakıyorlardır.

40 dakikanın sonunda, 09.18'de Sintra tren istasyonundayız. Burası Sintra tarihi merkeze de Pena sarayına da nispeten uzak bir nokta.

434 numaralı otobüs ile Pena Sarayına gidiyoruz. 
Kapının önünde 434 no'lu otobüs bekliyor. Bu otobüs tüm turistik atraksiyonlara ring yapan bir belediye otobüsü. Hop-on hop-off mantığında bir otobüs. Kişibaşı 5 Euro verip otobüse biniyoruz. 

Sarayın bahçesi
15 dakika sonra Pena Sarayı'nın önündeyiz. Daha doğrusu sarayın bahçe girişindeyiz. İçeri girmek için gişeler ise bahçe girişinde... 

Pena Sarayı 

Buradan sonra saraya çıkan uzun dar bir yol var önümüzde. Neyse ki içeride çalışan otobüs de var. Bilet fiyatı 14 Euro. Lizbon karta 2 Euro indirim var. Saraya çıkan otobüs ise 3 Euro. Yani 1 kişi bize 15 Euro'ya mal oluyor. Toplam 30 Euro verip bahçeye giriyoruz.

Daracık patikalardan saraya varıyoruz. Yollar Sintra'da da sarayın bahçesinde de o kadar dar ki bisikletleri sollamak bile zor. Saray bir dağın tepesinde. İnanılmaz bir manzara sunuyor. 
Pena sarayından manzara
Transfer aracının bıraktığı yerden dolana dolana, geze geze saraya çıkıyoruz. Sarayın içine girmek için bebek arabasını yine bırakmamız gerekiyor. Kucağımızda Eda uyurken gezdiğimiz için biraz hızlı gezmemiz gerekiyor. 

Sarayın içi
Transfer aracının bıraktığı yerden gezerek saraya girmemiz ve sarayı gezmemiz toplam 1 saat sürüyor. Dağlara tepeden bakan bir cafesi var, orada da molamızı verdikten sonra yeniden transfer aracına binip başlangıç noktamıza dönüyoruz. 

Bahçede gezmeden daha fazla vakit kaybetmemek için 434 nolu otobüsü beklemeye başlıyoruz. Amaç Sintra'ya gidip yemek yemek.

Dönüş ne yazık ki geldiğimiz kadar kolay olmuyor, çünkü trafik var. Epey bekleyerek Sintra şehir merkezinde iniyoruz. Küçücük bir yer...
Sintra tarihi merkezde dükkanlar
Merkezinde hediyelik eşya satıcıları ve sıra sıra restaurantları var. Biraz dolaştıktan sonra Hockey Cafe'ye oturuyoruz. Mama sandelyesi ne bulunmaz bir nimet burada. Set menü alıyoruz. Birimiz çorba+salata+mantar soslu hindi ve çikolatalı kekten oluşan menüyü, diğerimiz ise bruschetta, ravioli ve tiramisu'dan oluşan menüyü seçiyoruz. Menüler 14 Euro, lezzetli-doyurucu. Bira ise 600'lük ve 8 Euro.
Sintra merkez
Sintra
Yemekten sonra indiğimiz durağa inip otobüsü beklemeye başlıyoruz. Şanssız günümüzdeyiz herhalde! 15 dakikada bir geçen otobüsü 25 dakika bekliyoruz, ve binmeyi planladığımız treni kaçırıp 14.40 trenine biniyoruz.

15.20'de Lizbon'da yeniden Rossio İstasyonunda oluyoruz. Eda'nın banyosu, alt değiştirmesi vs gibi gerekçeler ile otele uğruyor ve 16.30'da kaleye ve katedrale gitmek üzere yola çıkıyoruz.

Aslında kaleye çıkmak için tramvay ya da otobüs öneriyorlar. Otelden kale uzak değil, ancak oldukça yokuş. Bizim yokuşta kendimizin dışında bir de bebek arabası itmemiz gerektiği için biraz gözümüz korkuyor.
28 numaralı tramvay
Meşhur 28 numaralı tramvaylar ise inanılmaz sık, ancak pusetle binilebilecek gibi değil, herkes üst
üste...

O nedenle biz de önce bir Katedrale gidelim, sonra oradan otobüse binip kaleye çıkarız diyoruz.

Katedrale çıkan son yokuş biraz zorlu ancak onun dışında yürünmeyecek yok değil, zaten 15 dakika sürüyor. Katedrale girip biraz (10 dakika) dolaşıp çıkıyoruz. Bu arada Eda pusetinde uyuyor, bunu fırsat bilip yol üzerindeki Carma de Vila isimli bir cafeye oturuyoruz. Happy Hour da varmış şansımıza. Porto-tonik, mojito ve porto şarabı içiyoruz. Bunlar 5 Euro civarında ortalama fiyatlara sahip.
Oturduğumuz kafeden
Epey oturduktan sonra yokuşlar bizimdir deyip yürümeye başlıyoruz, önce 15 dakika civarında yokuş çıktıktan sonra güzel bir seyir terasına ulaşıyoruz: Miradouro Das Portas do Sol 

Seyir terasında selfie çekenler
Buradaki fotoğraf molasından sonra kaleye yürüyüşümüz devam ediyor. Kalenin girişinde yine hediyelik eşya dükkanları var. Kaleye çıktık çıkmasına ama içeriye girmek konusunda kararsızız. Bizim kız uyandı ama huysuz. Bizim gezecek motivasyonumuz o içkilerden ve huysuz kızdan sonra düştü. Ama anlıyoruz ki, oraya kadar çıktıktan sonra gerisin geri yürümek daha can sıkıcı olacak kaleye girmeye karar veriyoruz.
Kalenin yokuş yolları

Kale'ye giriş 09.00-21.00 arası mümkün (yaz sezonunda) ve 8,5 Euro. Biz Eda sayesinde öncelikli gişeye gidip sıra beklemeden biletlerimizi alıyor ve kaleye giriyoruz.
Kaleden Lizbon manzarası
Kale yine güzel manzaralar sunuyor bize. Ama yerler çok taş, arabayı sürmek mümkün olmuyor. Arabayı kapatıp omzumuza asıyoruz da huysuz kıza çözüm bulamıyoruz. o yüzden çok dolaşmadan çıkıyoruz. 18.20'de girdiğimiz kaleden 18.50'de çıkıyoruz.
Alfama bölgesi tramvay hattı
Alfama
Yankesicilik çok yaygın olduğundan duvarlarda uyarılar var. 
Yokuş aşağı yürümek ne keyifliymiş :) Yürüyerek yeniden rua Augusta'ya iniyoruz. Burası yokuş aşağı 20 dakika sürüyor. Eda'nın yemek vakti geldi, ama biz aç değiliz, o yüzden starbuck'sa oturmak amacıyla sabah gördüğümüz Rossio İstasyonu'nun altındaki Starbucks'a yöneliyoruz. Ama yolda bizi bir sürpriz bekliyor.

Rossio Meydanındaki sokak bandosu

Eğlenceli müzikler ve dans gösterisi izliyoruz

Bu eğlenceli müzikleri dinleyip kahve ile soluklandıktan sonra Bairo Alto'ya gidiyoruz. Burası da yokuş yukarı. Buraya isterseniz Santa Justa asansörü ile çıkabilirsiniz ama biz hep önünde sıra olduğundan yürüyoruz. Bir bakıyoruz ki asansörün üst tarafına gelmişiz bile. Ancak epey yokuş çıkmamız gerekti.
Bairo Alto'ya çıkan yokuşlar. Burası Rossio İstasyonun hemen yanı. Bu yokuş yerine Rossio'nun yürüyen merdivenleri de kullanılabilir :)

Santa Justa asansörünün üst tarafından manzaraya bakıyoruz, yanımızda arkeoloji müzesi olarak kullanılan açık çatılı katedral var.

Carmo Covent (Açık çatılı katedral) 

Santa Justa'nın tam altı. 

Santa Justa'dan manzara

Santa Justa'dan ayrıldıktan sonra yukarıya (deniz tarafının ters istikametine) yürümeye devam ediyoruz. Sokaklar boş. Daha hava kararmadı... Aklımdan "Bairo Alto'ya çok hareketli demişlerdi, burası amma sakin" diye geçirirken birden süslenmiş bir sokak görüp oraya giriyoruz. Meğer Bairo Alto'nun sokakları böyle süslenmiş. 

Lizbon'da her tarafta çamaşır ve yokuş var. 
Bairo Alto'nun sokakları süslenmiş. 

Bairo Alto

Bairo Alto gece hayatı ile öne çıkan, masaların sokaklara atıldığı kalabalık bir yer. Ama biz pusetle bu profile pek uymadığımızdan sadece sokaklarında dolaşmakla yetiniyoruz. Rua Garrett isimli şık mağazaların olduğu caddeden deniz kenarına doğru iniyoruz. Yeniden Rua Augusta, plaça commercio ve sonrasında uyumamakta direnen kızımızı uyutmak üzere otele dönüyoruz.