29 Eylül 2016 Perşembe

2 çocuk, 9 gün, 3 şehir: Budapeşte, Viyana, Bratislava - 6. Gün

Bratislava günü...
Bratislava'ya trenle gideceğiz. Burası küçük bir şehirmiş, o yüzden sabah çok koşturmayalım diye biletimizi 9.16'a aldık. Her saat tren var. Yol 1 saat 6 dakika sürüyor. (Tren biletlerimizi önceden ÖBB'den kişi başı 10 Euro'ya almıştık. ama önden almaya da gerek yok, fiyat sabit)

Önce bir gün önce tren garından geldiğimiz istikametin tam tersini kullanıp önce U3 sonra U1 ile HBF'ye gidiyoruz. Biraz erken gelmişiz, kahvelerimizi içiyoruz istasyonda.
Trende bilumum faaliyetler 

Tren hareket ediyor, 1 saat bize biraz uzun geliyor, kızlar bu sefer pek işbirlikçi değil.

Trenimizden indiğimiz istasyon Hlavna Stanica. Viyana'dan sonra burası ne kadar da eski püskü görünüyor.

Viyana'dan sonra gariban gelen tren garı
Eski şehre gitmeden önce Eda'nın ilgisini çekecek küçük bir müze bulmuştuk internetten: Ulaşım Müzesi. Buraya 6 yaşın altındaki çocuklar ücretsiz girebiliyor, büyükler ise 3,30 Euro. Fotoğraf çekmek isterseniz ek olarak 1 Euro daha veriyorsunuz. Sonuçta biz içeriye 7.60 Euro vererek girdik. Gerçekten küçücük bir müze. Bahçesinden raylar geçiyor ve eski bir tren var. İçeride ise eski arabalar, motorlar, tren malzemeleri vs.


İçeride 20 dakika falan kalıyoruz. Aslında daha detay gezilebilir, ama Eda'nın ilgisini düşündüğümüz kadar çok çekmedi. Burası tren istasyonuna yürüyerek 400 metre civarında. Ama tam müzeye çıkarken yorucu bir merdiven var. ya da yolu biraz daha uzatıp araba yolunu tercih edebilirsiniz, ama burası da oldukça rampalı.

Çıkınca kendimizi yokuş aşağıya salıyoruz. Yaklaşık 1.6 km yürüdükten sonra hareketlilikten eski şehre yaklaştığımızı hissediyoruz ve nihayet Michael's Gate! Burası 51 metre yüksekliğinde bir şehir kapısı. Kapıyı geçer geçmez kafeler, restaurantlar, hediyelik eşyacılar başlıyor.

Kapıdan geçer geçmez eski şehir sokakları
Saat erken (12 gibi) ama Nil uyudu, biz yorulduk, o yüzden yemek işini halledelim diyoruz. Dolanıyoruz dolanıyoruz, Bratislava yemeği yapan bir yere oturuyoruz. ı-ıh yanlış tercih. Stare Mesto bizi mutlu edemiyor. (Hesaba 40 Euro ödedik bu arada,)

Arkada Michaels Gate
Bratislava avuç içi kadar yer zaten. Gitmeden google maps'te görülecekleri işaretlemiştim. Her şey zaten birbirine o kadar yakın ki...

Maximillian çeşmesi
Kalkınca eski şehir sokaklarında dolaşıyoruz. Maximillian çeşmesine gidiyoruz önce. oraya bir hediyelik eşya pazarı kurulmuş, şöyle bir bakıyoruz ama pek alışveriş modunda değiliz. Nil uyanık, Eda uyuyor bu sefer. Sürekli bir uyudu, uyandı uyutalım muhabbeti var bu gezimiz sırasında.

Çalışan adamcağız var bi, lögar kapağından kafasını uzatmış. Cumil diyorlarmış adına. Zaten Bratislava bu küçük sevimli heykelleri ile meşhur.

Heykelcikten sonra yine bir dondurma molası veriyoruz. Aslında Kaun diye bir dondurmacıları varmış, önünde sıra olduğundan orada yiyemiyoruz. Dondurma kokusunu alan Eda uyanıyor.

Dondurmadan sonra yönümüzü Kale olarak belirliyoruz, başımıza geleceklerden bihaber. Kaleye doğru giderken yolda st. Martin Kilisesi var. Kiliseyi de yakından görelim diyoruz. Kilise biraz tepede. Oraya çıkıyoruz ancak içine girmiyoruz. Daha doğrusu çocukları sokmadan serkanla ben sırayla kafamızı uzatıp şöyle bir bakıp çıkıyoruz. Bu kilisenin yanından otoban gibi bir yol geçiyor. Bu yol Tuna'nın üzerinden geçen bir köprü aslında. Ufo köprüsü. Köprünün üzerinde bir kule var. Ufoya benziyor, ondan bu ismi almış.
Ufo Köprüsü
Kiliseden sonra direkt karşıya geçeriz diyoruz ama bölünmüş yolu geçmemiz mümkün değil, o yüzden yeniden aşağıya iniyoruz ve köprünün altından geçiyoruz. Kaleye tırmanış başlıyor. Kale kiliseden 900 metre sözde, ama sen gel de bana sor o 900 metreyi. Bi kere yolda merdiven var. O yüzden biz mecburen merdivensiz uzun yolu tercih ediyoruz. Dimdik yokuşlar, arnavut kaldırımları. Zaten kalenin içine giremeden seyir terasında tamam gördüğümüz bize yeter diyoruz. Kalenin surlarından girmek için de merdiven çıkmak gerek çünkü.

Kaleye çıkmak çok meşakatli
Özetle, yukarısı çok güzel evet. Biz çimlere yayılıp iyice dinlendik, manzara da müthiş. Ama bir daha gitsem iki çocuk ve iki pusetle tırmanmam oraya. Daha kolay bir yolu var mıdır, bilmiyorum. Gerçi, oraya da çıkmayınca insan eski şehirde tüm günü geçiremez sanki sıkılır, bilemedim.




Dönüş yolu bu sefer yolu bilmemizin ve yokuş aşağı olmasının avantajı ile oldukça kolay oluyor. Önce Tuna kenarına gidiyoruz. Entresan bi şekilde bu şehirde hayat nehir kenarında değil, az daha içerde. O yüzden Tuna kenarında pek bir şey yok. Ama biz akşam deniz otobüsü ile döneceğiz, o yüzden önce deniz otobüsünün kalkacağı iskeleyi bulalım istiyoruz. 18.30'da bineceğiz, 18'de orada olmamızı istemişler. Daha epey vaktimiz var.

İskeleyi bulduktan sonra içeriye doğru kıvrılıyoruz. birden bir müzik sesi geliyor, yaşlı amcalardan oluşan bir koro Hviezdoslavovo meydanında Nato karşıtı bir konser veriyor. Eda'nın karnı aç, ortam güzel, vakit var. Yine bir pizzacıya oturuyoruz. La Pala

Burada bir margarita pizza, bir sebzeli pizza, biri alkollü biri alkolsüz iki bira ve limonata istiyoruz. Toplam 25 Euro veriyoruz. Öğlenki yemekle karşılaştırınca hem ortam hem de yemek kalitesi/lezzeti olarak olarak oldukça başaralı. Üstelik neredeyse yarı fiyatına.



Eda konser amcalarını izleyip dans ediyor, biz içkimizi içiyoruz, hava şahane. Şimdi ofiste binlerce işimin arasında buz gibi havada bunları yazınca deli bir gitme isteği geldi ama neyse...

İkinci öğle yemeğimizden sonra yeniden şehirde turluyoruz. Dolaş dolaş aynı yerler. Burası gerçekten küçük.

Ve dönüş saati geliyor. Biz giderken tren tercih etmemize rağmen dönüşte nehir üzerinden dönmek istedik. Bunun 2 esaslı gerekçesi var. Biri tren garı yukarda, oraya yürünmez. Ya taksi ya otobüs. İkinci gerekçemiz ise ülkeden ülkeye nehir üzerinden geçmemizin keyifli olacağı düşüncesiydi.

Aslında bu deniz taşıtına ne deniyor bilmiyorum. Ben deniz otobüsü dedim ama vapur da olabilir. Denizsiz Ankara'dan yazdığım düşünülürse bu cahilliğim de hoş görülecektir. Biletlerimizi gelmeden önce Twin City Liner web sitesinden alıyoruz. Trene göre epey pahalı bir seçenek. Bizim bindiğimiz saatte kişi başı 30 Euro. Çocuk yarı fiyat. Bir de eğer en ön 4 sıradan almak isterseniz kişi başı 5 Euro daha vermeniz gerekiyor.

Deniz otobüsünün içi. Biz en ön sıradayız, bunun için fazladan para verdik. 
Biz en ön sıradan aldık. 90 Euro civarında bir para verdik hepimiz için.

Deniz otobüsüne binerken pasaportlarımızı kontrol ettiler, bir heves en ön sıraya kurulduk. Deniz dönümüzde derya... Ama bizim çocuklar arıza. bir öne bir arkaya, bir biri içecek bir şey ister, diğeri dolaşmak ister derken tadını çıkaramadan 1,5 saatte vardık Viyana'ya.

Viyana'da deniz otobüsü Schwedenplatz'da indiriyor. Burası Stephansplatz'a 1 durak sadece. Biz dolaşarak yürümeyi tercih ediyoruz. Stephansplatza giderken yol üzerinde sola dönüyoruz, wollzeile sokağına. Buranın sonunda Plachutta Restaurantı var. Gitmeden ismini aldığımız bir yer. Kumaş peçeteleri ve masadaki bir dolu bardağı ile dışardan oldukça lüks gözüküyor. Bugün halimiz yok, cumartesi gününe rezervasyon yaptırıyoruz.

Akşam yemeği yemek lazım. Buradan çıkınca figlmüller'e bakıyoruz ama orada sıra var, zaten o kadar daracık bir yer ki bizim 2 bebek arabası ile girmemiz mümkün değil yer olsa dahi. Bir şubeleri daha var ama tadilatta.

Lugeck'teki akşam yemeğimiz
Yine bu amcalara ait olan ama konsepti farklı bir restauranta oturuyoruz: Lugeck . Her zamanki gibi bir Türk garson servis veriyor bize. Şinitzelleri figlmüller için anlattıklarından farklı. Garsonumuz buradakilerin süt danasından yapıldığını, diğerlerinin ise domuzdan olduğunu söylüyor. Lezzet olarak bende pek iz bırakmıyor, ama kötü bir anısı da yok. Ortalama ile iyi arasında bir yerde. Ancak pahalı. Şinitzel 20 Euro'ya yakın. Şahane bir patates salatası ile servis ediliyor. Yanında bira söylüyoruz. Biralar 4 Euro civarı.

Viyana sokaklarında dolaşarak geceyi bitiriyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder