6 Aralık 2016 Salı

2 çocuk, 9 gün, 3 şehir: Budapeşte, Viyana, Bratislava - 9. Gün

Artık bu seyahatin son günü... Pazar. İnanılmaz ama yarın işe gideceğiz.
Sabah biraz ağırdan alarak çıkıyoruz otelimizden. Bavulları topluyoruz. Otelle konuşuyoruz, geç çıkış veriyorlar, 5'te odayı boşaltmamız lazım. Uçağımız 21.50'de.

Bugün için planımız Schönbrunn sarayına ve hayvanat bahçesine gitmek.

Önce otelden Westbahnof'a kadar yürüyoruz. Oradan U6'a biniyoruz, 2 durak sonra Längenfeldgasse durağından U4'e aktarma yapıyoruz ve Schönbrunn durağında iniyoruz. Ve bir tren dolusu insanla saraya doğru yürüyoruz. Bu duraktan sarayın girişi 750 metre civarında.

Aslında biz önce hayvanat bahçesine gireceğiz, çocuklar uyuyunca da sarayı gezeriz diye düşünüyoruz. Hayvanat bahçesine direkt gitmek için Hietzing durağı daha yakın olabilir, ancak bizim gittiğimiz tarihlerde metro yenileniyor ve son durak Schönbrunn. 

Sarayın bahçesine girdiğimizde görüyoruz ki saray için oldukça uzun bir sıra var. O zaman önce bilet alalım, sonra hayvanat bahçesini gezelim diyoruz ama kızlar huysuz, içerisi kalabalık. Sıra ilerlemiyor, çıkıyoruz sıradan. Hayvanat bahçesinden sonra Allah kerim... 

Sarayın önünden 1 km daha yürüyerek Hayvanat Bahçesi'ne varıyoruz. Kişibaşı 18,5 Euro olan fiyatı Wien Card ile 15,5 Euro oluyor. 6 yaş altına ücretsiz. Güncel fiyatlara bu siteden bakılabilir. 

Bu hayvanat bahçesi pandaları ile meşhur olsa da ortalıkta panda yok. Bir de daha önce gezdiğimiz hayvanat bahçelerine göre çok "kafes kafes" geliyor bize. Eda'nın hayvanlarla pek ilgisi yok, o dondurma derdinde.

Bugün hava oldukça sıcak ve güneşli. Öyle ki artık öğle saati oldu ve biz dışarda gezmekte zorlanıyoruz. Yemek molası veriyoruz. İçeride 5-6 tane yemek yeri var, ancak bence yetersiz. Beklentiyi düşük tutmak lazım.Yine de karnımız doyuyor mu, doyuyor...

Hayvanat bahçesininin diğer kapısından çıkıyoruz. Arkamızda Schönbrunn Palace Garden Gloriette var. Yanımızda çalı labirent var. Karşımızda ise Neptün Çeşmesi. Saraya doğru gidiyoruz ama saraya girmekten vazgeçiyoruz. Sıcak hava ve güneşten çocukları korumaya çalışmak bizi biraz bunalttı. 

Geldiğimiz yolu tersine yürüyüp yeniden metroya biniyoruz.

Günün bundan sonrası boş beleş geçiyor. Pazar günü Viyana oldukça sakin. Çoğu yer kapalı. Önce şehir merkezinde biraz oyalanıyoruz, sonra otele gidip valizlerin son kontrolleri, çocukların banyoları vs hallediyoruz.

5'te bavullarımızı otelin emanetine bırakıp Starbucks kapanmadan bir kahve içmeye yetişiyoruz. 7 gibi de havaalanına doğru yola koyuluyoruz. Havaalanına da metro ile gideceğiz. Metro + tren daha doğru bir tanımlama olabilir. Önce otelden çıkıp U3 ile Wien Mitte'ye gidiyoruz. Buradan havaalanına hem CAT treni ile hem de S7 ile ulaşmak mümkün. CAT treni en hızlısı ancak en ekonomiği değil. Tek yön 12 Euro. Bizim vaktimiz bol.

Wien Card'ımız sadece şehir içinde belli bölgelerde ulaşımı kapsıyor. Havaalanı ise bu bölgelere dahil değil. O yüzden makinadan ek bir bilet almamız gerekiyor. Wien card'ımıza ek olarak bu bilet ile havaalanına kadar gidebiliyoruz.

S7 ise yarım saatte bir geliyor. Çok beklememek için tren saatlerini dikkate almakta fayda var. S7 treni havaalanına 25-30 dakikada ulaşıyor. Ancak bu trenlere binmesi cidden zor. Basamaklar oldukça yüksek, valizle ve pusetle binerken epey zorlandık.

Trenden inince ilgili terminale gitmek de epey vaktimizi aldı. Süre planlaması yaparken dikkate alınmasında fayda var.

Böylece bir tatilimiz daha bitti. Sanırım bu hep güzel hatırlayacağım bir tatil olacak.

18 Ekim 2016 Salı

2 çocuk, 9 gün, 3 şehir: Budapeşte, Viyana, Bratislava - 8. Gün


Otelimizin kahvaltı salonundan
Yarın dönüyoruz, bugün günlerden Cumartesi. Viyana'da bugün yapmayı planladığımız şeylerin başında Hundertwasser evlerini görmek var. Sonra Prater parka gidip Lunaparkta eğleneceğiz.

Otelden çıkınca otelin önünden metroya binip wienmitte durağında iniyoruz. Burası bir alışveriş merkezi aynı zamanda. Havaalanı aktarmaları da buradan yapılıyor.

Metrodan indikten sonra yaklaşık 1 km bir yolumuz var. Ancak yol sıkıcı, kızlar yorucu. Bundan sonraki seyahatte daha çok toplu taşıma kullanacağım. Kızlar bizi yollarda yorduğu için ana görülecek yerlere dermanımız kalmıyor.

Bizim gibi yapmayacaklar için buraya en yakın otobüs durağı 150 metre ilerdeki Hetzgasse. Buradan 1 nolu tramvay geçiyor. 1 Nolu tramvaya Schwedenplatz'dan binilebilir. Schwedenplatz'dan ise U4 ve U1 geçiyor.

Hundertwasser
Burası aslında bir apartman, ancak oldukça ilginç tasarlanmış. Apartmanda gerçekten birileri oturuyor, içini de gezmek isterdim. Ana binanın tam karşısında dükkanlar ve bir kafe var. Biraz fotoğraf çekip biraz da bu dükkanlarda vakit geçiriyoruz. Buranın adı Hunderwasser Village. Bir de bunun müzesi var. İkisinin arası 500 metre. Biz müzeye girmeyi düşünmüyoruz.
Müze Binası
Bundan sonra hedefimiz Prater park ama yol üstünde müze de var. Müzeye girmeme kararımız baki ama çok hoşumuza giden müze avlusunda bir kahve içmek istiyoruz.

Bundan sonrası yine sıkıcı bir yol. Toplam yol 1,5 km yürüyerek. Yürümek dışındaki alternatif yeniden Hetzgasse'den 1 nolu tramvaya binip geriye doğru bir durak gitmek ve Radetzkyplatz durağından O hattına binerek Prater'de inmek.

Resim yazısı ekle

Uzaktan dönme dolap gözüküyor. Bu parkın sembolu oldukça eski. Wikipedia şöyle yazmış

"Prater içinde bulunan Lunapark’ta ki Viyana’nın sembollerinden Riesenrad (Dönme Dolap) 1896 yılında İmparator I.Franz Joseph’in tahta çıkışının 50. yılı dolayısıyla İngiliz mimar Walter B. Basset’e 30 adet vagonlu olarak yaptırılmıştır. II. Dünya Savaşı’nda hemen hemen tamamı yanmış 1947 yılında 15 vagonlu olarak tekrar hizmete açılmıştır."


Prater dev bir lunapark. Her yaştan birileri için eğlence bulmak mümkün. Eda gerçekten çok eğlendi. Bazı şeylere yaşı ya da boyu tutmadığı için çok üzüldü. Tüm detaylara bu web sitesinden bakılabilir. http://www.praterwien.com/en/home/ . Giriş ücretsiz ancak her etkinliğin kendi ücreti var. 10 ile gece yarısı arası açık. Ancak Viyana'da görüştüğümüz arkadaşlarımız hava karardıktan sonra Prater civarının profilinin değiştiğini söyledi. 
Eda'nın en sevdiği
Tünellerden birinin içi
Öğle yemeğimizi de parkta yiyoruz. Kayda değer bir şey olmadığı için detayları yazmıyorum. Park içinde oldukça fazla yemek seçeneği var ama biz bizi cezbedeni pek bulamadık. 

neye bu kadar çığlık atmış olabilirim acaba?
Artık Eda iyice yorulunca parktan çıkıyoruz. Prater metro durağından U1'e binerek yeniden Stephanzplatz'a gidiyoruz. Buradan Kartner Strasse'de Sacher Cafe'ye gidiyoruz. Bizi içeriye almıyorlar :) İçerisi darmış, bebek arabasını kapatmamız gerekiyormuş, ama içinde çocuk uyurken kapatamayacağımız için bahçede bir yer ayarlıyorlar. Bahçe dediğim de cadde aslında. Buranın Sacher Torte'si meşhu haliyle. Kahve ve Torte istiyoruz. Niye meşhur anlamıyoruz. Viyana'nın tatlıları bende iz bırakmadı. 

Viyana
Gerçekten pahalı şaraplar da var markette

Buradan şehir merkezinde dolanarak biraz alışveriş yapıyoruz. Eğer siz de benim gibi yurtdışında market alışverişi sevenlerdenseniz size çok gurme bir market önerim olacak. Julius Meinl. Graben Caddesi ile Kohlmarkt'in kesişiminde büyük bir market var. Yanında aynı isimle bir restaurant var. Restauranta değil de dışarıdan market olduğu belli olmayan cafe gibi gözüken yere girerseniz tüm dünyadan gelmiş nefis ürünler bulabilirsiniz. 

Burada da bir kahve içiyoruz, kahve gerçekten nefis. 
Julius Meinl
Buradan sonra yeniden metroya binip otele dönüyoruz. Akşam yemek için rezervasyonumuz var. Elimizdekileri bırakalım, biraz da bizim otelin caddesinde gezelim, yeniden museum Quarter'a gidelim istiyoruz. 

Otelimizin olduğu cadde Mariahilfer caddesi bir alışveriş caddesi. Cumartesi günü de oldukça hareketli. Yedeklerimiz de kirlendiği için acil alınması gereken bir kaç parça şey var, onları alıyoruz ama saat de artık 6'a geldiğinden yavaş yavaş kapanıyor mağazalar.

Otelimizin olduğu cadde. 
Akşam 20.30'da bir restaurantta rezervasyonumuz var. Museum quarter'da vakit geçirip sonra Nil'i uyutup restauranta gideriz diye düşünüyoruz. Museum Quarter'daki müzelere girmeden oradaki dev su yatağında kızların eğlencesini izliyoruz. Daha önce de bahsetmiştim burada müzelere gitmeseniz bile bu avluda vakit geçirin mutlaka.

Çocuk müzesinin tam önünde su yatağı eğlencesi
Buradan çıkıp yürüye yürüye şehir merkezine gidiyoruz. Amaç yemek saatine kadar Nil'i uyutmak. İlk defa yurtdışında kumaş peçeteli bir restaurantta yiyeceğiz. Nil uyursa diğerine de telefon tablet bir şey verir çevredekilerin huzurunu kaçırmadan yemek yeriz diye düşündük.

Şehir merkezini arşınlayarak çocuk uyutma seansı
Saat 20.30'da Plachutta'da oluyoruz. Burası Tafelspitz'i ile meşhur olan bir yer. Tafelspitz ise aslında et haşlama. Et aşağıdaki gibi geliyor. Önce çorba olarak suyu içiliyor. Sonra kahverengi bir ekmeğe iliği sürülüp yeniyor ve en sonda da eti yeniyor. Biz direkt etinden başlayınca Türk garsonumuz bizi uyardı :) Yanına da güzel bir patates servis ediliyor. Biz 2 porsiyon Tafelspitz söyledik. 1 şişe şarap ve 1 limonata ile birlikte 100 Euro gibi bir hesap ödedik. Yemek gerçekten çok çok güzeldi. 

Tafelspitz
Ancak yemek beklediğimiz gibi geçmedi. Nil anında uyandı, Eda tablet istemedi. Carrak currak bir yemek yedik. Hatta bir ara ben tuvalete indiğimde üst kattan gelen sesleri duyup koşarak yukarıya çıktım. Eda ben masadan kalktığım için krize girmiş şekilde ağlamış, Nil de ablası ağlıyor diye kıyameti koparmış, Olay yerine vardığımda Serkan ikisini birden kucağına almış hoplatıyordu ve tüm masalar yemeğini bırakmış bizimkileri izliyordu:) 



Buradan çıktıktan sonra şehir merkezinde son akşamımızı geçirmek için dolanıyoruz. En son Graben caddesi üzerinde bir yerde son içkilerimizi içtikten sonra otelimize dönüyoruz. 

Yarın son günümüz, gündüz gezeceğiz, 10'da Ankara'ya ucağımız var.


11 Ekim 2016 Salı

2 çocuk, 9 gün, 3 şehir: Budapeşte, Viyana, Bratislava - 7. Gün

Viyana
8 Temmuz 2016. Bugün Viyana'dayız. Planımız önce pazara gitmek, sonra Ses/Müzik Müzesi (Haus der Musik), Hofburg sarayı ve Şehir parkı. Akşam ise Serkan'ın üniversiteden arkadaşının evine gideceğiz.
Otelden çıkınca ilk durağımız Naschmarkt, Burası bir açık pazar yeri. Manavlar, şarküteriler, baklavacılar ve aktarların yanısıra kafeler ve hediyelik eşyacılar var. Otelimize 1 km civarında uzaklıkta. Biz Kettenbrückengasse (burası da bir metro durağı) tarafından girip Karlsplatz tarafından çıkıp şehir merkezine yürümeyi planlıyoruz. Metro ile gitmek isterseniz bu iki durağı da kullanabilirsiniz, biz yürüyerek gidiyoruz.
Meyve-sebze tezgahı

Pazar birbirine paralel 3 koridor şeklinde. Orta koridorda dükkanlar var, sağında ve solunda ise kafeler.
Bayram olmasının da etkisiyle pazarda epey baklava var.
Pazarda Türk satıcıların fazlalığı dikkat çekiyor. Bir manavdan meyve alıp bir yandan yiyip bir yandan yolumuza devam ediyoruz. Türk satıcı çocuklara ayrıca meyve ikram ediyor. Biraz dolanıp alışveriş yaptıktan sonra yan taraftaki kahveciye oturuyoruz. Viyana'da Wiener Melange diye bir kahve meşhur. İlk burada içiyorum, nefis. Bundan sonra her kahve molasında tercihim wiener melange.

Pazarı boylu boyunca geçip Karlsplatz'a doğru ilerliyoruz. Karlplatz büyük bir metro durağı. Oldukça büyük, niyetimiz buradan Wien Card almak. Bu kart şehir içi ulaşımı ücretsiz sağlamanın yanısıra bazı müzelere giriş de ücretsiz ya da indirimli oluyor. Kartı merkezi yerlerdeki metro istasyonlarından, havaalanından alabilirsiniz. Biz 3 günlük kart alıyoruz, cuma cumartesi ve pazar kullanmak için. 25 Euro veriyoruz kişi başı.
Haus der Musik - Bayıldığımız Müze

Kartımızı aldıktan sonra ilk durağımız Haus der Musik. Hepimizin keyif aldığı bu müzede interaktif bir dolu şeyin yanısıra müzik tarihine ilişkin şeyler de sergileniyor. Müze her gün sabah 10 ile akşam 22 arası açık, Normal fiyatları yetişkin 13 Euro, çocuk 6 Euro. Ancak aile fiyatı 29 Euro. Eğer Wien Card ile giriş yaparsanız 13 Euro 9 Euro'ya düşüyor.

Burası 4 katlı bir müze. Aslında merdiven ile çıkılıyor ancak puset vs varsa asansör ile yardımcı oluyorlar.
İçeride oldukça fazla interaktif aktivite var, hepsi de çok keyifli. 
Haus der Musik
Biz en çok Viyana Senfoni Orkestrasını yönetirken eğleniyoruz. İçeride 1 saatten biraz fazla vakit geçiriyoruz.

Buradan çıkışta artık açız. Fast food balıkçı zinciri Nord See'de yiyelim hızlı ve ucuz olsun diyoruz. Hızlı oluyor da ucuz olmuyor. Ne kadar verdiğimizi hatırlamıyorum ama bir fast foodcu için pahalı geliyor bize fiyatları.
İşte hayal anı! Efsane dakikalar... 
Buradan çıkışta yine katedral çevresindeki sokakları dolanıyoruz. Asli amacımız Eda'nın uyuması. Nihayet o sızıyor, Nil sızıyor ve biz listemizdeki yapılacaklar listesinin başında gelen Viyana'nın meşhur pastacılarını ziyaret et kalemini yapabiliyoruz.
Boş cafede sıra bekletme ritüeli
İlk durağımız Cafe Central. Kapıda sıra var, çaresizce girip bekliyoruz. Ancak içeride bir çok yer olmasına rağmen bekletiliyoruz. Sanırım bu adetten, içeride yer, kapıda sıra. Neyse ki biri gittikçe artan sıradan rahatsız olup sıradakileri yerleştirmeye karar veriyor da kapıdaki bekleyiş bitiyor.



İçerinin ortamı güzel ancak bir Budapeştedeki NewYork Cafe değil. Biz Cafe Central Schnitte ile Cafe Cental Torte söylüyoruz. İsminde kafenin adını taşıdığına göre klasiktir diye düşünerek. Güzel ancak yine New York Cafe'dekiler gibi değil. İki tatlı da 4,5 Euro civarında.
Sarayın girişi

Tatlımızı yiyip gücümüzü topladıktan sonra istikamet Hofburg Sarayı. Ancak sarayın kapısını karıştırmışız, giriş MichaelerPlatz'danmış. Oraya gidip sıraya giriyoruz, sıra hızlı ilerliyor.
Ceyiz müzesi
İçeriye giriş sesli rehber ile birlikte 13 Euro. Viyana Kart ile 1 Euro indirim var. İçeride 3 tane müze var. İlki "çeyiz müzesi" ya da "İmperial Silver Collection". Burada İmparatorluğun gümüş çatal bıçak takımları vs sergileniyor. İkincisi İmparatorluk odası ve son olarak Sisi Müzesi.

Müze bana pek tat vermiyor. Hem müze gezmeyi sevmiyorum hem de bunu kucaktaki çocukla yapmak zor oluyor. Sisi müzesine ilişkin hiç bir şey kalmamış mesela aklımda, acaba gezmedik mi?

Bu arada saray genel olarak bebek arabasına uygun değil, ancak görevliler yardımcı oluyor, merdiven gereken yerlerde bir görevli size eşlik edip asansöre götürüyor.

Buradan çıkınca oldukça yorgun olduğumuzu fark ediyoruz. Metroya binip otele dönüyoruz. Dediğim gibi akşam Serkan'ın arkadaşları ile buluşacağız, biraz dinlenip kızları yıkıyoruz.


Çıkınca hedefimiz şehir parkı. Şehir parkına U4 ya da U3 ile gidilebilir. Biz otelin önünden geçen U3'e biniyoruz ama Stephanplatz'da inip parka yürüyoruz, biraz hediyelik alışverişi yapmamız gerekecek çünkü.

Zaten park (Stadtpark) da çok uzak değil. Şehir merkezindeki parklar bir Ankara'lı olarak beni hep heyecanlandırıyor. Parkta çimlere yayılıp epey bir vakit geçiriyoruz, altın Johann Strauss heykelini görüyoruz.


Bundan sonra saat 8'de arkadaşlarla buluşup onların evinde geceyi bitiriyoruz.

29 Eylül 2016 Perşembe

2 çocuk, 9 gün, 3 şehir: Budapeşte, Viyana, Bratislava - 6. Gün

Bratislava günü...
Bratislava'ya trenle gideceğiz. Burası küçük bir şehirmiş, o yüzden sabah çok koşturmayalım diye biletimizi 9.16'a aldık. Her saat tren var. Yol 1 saat 6 dakika sürüyor. (Tren biletlerimizi önceden ÖBB'den kişi başı 10 Euro'ya almıştık. ama önden almaya da gerek yok, fiyat sabit)

Önce bir gün önce tren garından geldiğimiz istikametin tam tersini kullanıp önce U3 sonra U1 ile HBF'ye gidiyoruz. Biraz erken gelmişiz, kahvelerimizi içiyoruz istasyonda.
Trende bilumum faaliyetler 

Tren hareket ediyor, 1 saat bize biraz uzun geliyor, kızlar bu sefer pek işbirlikçi değil.

Trenimizden indiğimiz istasyon Hlavna Stanica. Viyana'dan sonra burası ne kadar da eski püskü görünüyor.

Viyana'dan sonra gariban gelen tren garı
Eski şehre gitmeden önce Eda'nın ilgisini çekecek küçük bir müze bulmuştuk internetten: Ulaşım Müzesi. Buraya 6 yaşın altındaki çocuklar ücretsiz girebiliyor, büyükler ise 3,30 Euro. Fotoğraf çekmek isterseniz ek olarak 1 Euro daha veriyorsunuz. Sonuçta biz içeriye 7.60 Euro vererek girdik. Gerçekten küçücük bir müze. Bahçesinden raylar geçiyor ve eski bir tren var. İçeride ise eski arabalar, motorlar, tren malzemeleri vs.


İçeride 20 dakika falan kalıyoruz. Aslında daha detay gezilebilir, ama Eda'nın ilgisini düşündüğümüz kadar çok çekmedi. Burası tren istasyonuna yürüyerek 400 metre civarında. Ama tam müzeye çıkarken yorucu bir merdiven var. ya da yolu biraz daha uzatıp araba yolunu tercih edebilirsiniz, ama burası da oldukça rampalı.

Çıkınca kendimizi yokuş aşağıya salıyoruz. Yaklaşık 1.6 km yürüdükten sonra hareketlilikten eski şehre yaklaştığımızı hissediyoruz ve nihayet Michael's Gate! Burası 51 metre yüksekliğinde bir şehir kapısı. Kapıyı geçer geçmez kafeler, restaurantlar, hediyelik eşyacılar başlıyor.

Kapıdan geçer geçmez eski şehir sokakları
Saat erken (12 gibi) ama Nil uyudu, biz yorulduk, o yüzden yemek işini halledelim diyoruz. Dolanıyoruz dolanıyoruz, Bratislava yemeği yapan bir yere oturuyoruz. ı-ıh yanlış tercih. Stare Mesto bizi mutlu edemiyor. (Hesaba 40 Euro ödedik bu arada,)

Arkada Michaels Gate
Bratislava avuç içi kadar yer zaten. Gitmeden google maps'te görülecekleri işaretlemiştim. Her şey zaten birbirine o kadar yakın ki...

Maximillian çeşmesi
Kalkınca eski şehir sokaklarında dolaşıyoruz. Maximillian çeşmesine gidiyoruz önce. oraya bir hediyelik eşya pazarı kurulmuş, şöyle bir bakıyoruz ama pek alışveriş modunda değiliz. Nil uyanık, Eda uyuyor bu sefer. Sürekli bir uyudu, uyandı uyutalım muhabbeti var bu gezimiz sırasında.

Çalışan adamcağız var bi, lögar kapağından kafasını uzatmış. Cumil diyorlarmış adına. Zaten Bratislava bu küçük sevimli heykelleri ile meşhur.

Heykelcikten sonra yine bir dondurma molası veriyoruz. Aslında Kaun diye bir dondurmacıları varmış, önünde sıra olduğundan orada yiyemiyoruz. Dondurma kokusunu alan Eda uyanıyor.

Dondurmadan sonra yönümüzü Kale olarak belirliyoruz, başımıza geleceklerden bihaber. Kaleye doğru giderken yolda st. Martin Kilisesi var. Kiliseyi de yakından görelim diyoruz. Kilise biraz tepede. Oraya çıkıyoruz ancak içine girmiyoruz. Daha doğrusu çocukları sokmadan serkanla ben sırayla kafamızı uzatıp şöyle bir bakıp çıkıyoruz. Bu kilisenin yanından otoban gibi bir yol geçiyor. Bu yol Tuna'nın üzerinden geçen bir köprü aslında. Ufo köprüsü. Köprünün üzerinde bir kule var. Ufoya benziyor, ondan bu ismi almış.
Ufo Köprüsü
Kiliseden sonra direkt karşıya geçeriz diyoruz ama bölünmüş yolu geçmemiz mümkün değil, o yüzden yeniden aşağıya iniyoruz ve köprünün altından geçiyoruz. Kaleye tırmanış başlıyor. Kale kiliseden 900 metre sözde, ama sen gel de bana sor o 900 metreyi. Bi kere yolda merdiven var. O yüzden biz mecburen merdivensiz uzun yolu tercih ediyoruz. Dimdik yokuşlar, arnavut kaldırımları. Zaten kalenin içine giremeden seyir terasında tamam gördüğümüz bize yeter diyoruz. Kalenin surlarından girmek için de merdiven çıkmak gerek çünkü.

Kaleye çıkmak çok meşakatli
Özetle, yukarısı çok güzel evet. Biz çimlere yayılıp iyice dinlendik, manzara da müthiş. Ama bir daha gitsem iki çocuk ve iki pusetle tırmanmam oraya. Daha kolay bir yolu var mıdır, bilmiyorum. Gerçi, oraya da çıkmayınca insan eski şehirde tüm günü geçiremez sanki sıkılır, bilemedim.




Dönüş yolu bu sefer yolu bilmemizin ve yokuş aşağı olmasının avantajı ile oldukça kolay oluyor. Önce Tuna kenarına gidiyoruz. Entresan bi şekilde bu şehirde hayat nehir kenarında değil, az daha içerde. O yüzden Tuna kenarında pek bir şey yok. Ama biz akşam deniz otobüsü ile döneceğiz, o yüzden önce deniz otobüsünün kalkacağı iskeleyi bulalım istiyoruz. 18.30'da bineceğiz, 18'de orada olmamızı istemişler. Daha epey vaktimiz var.

İskeleyi bulduktan sonra içeriye doğru kıvrılıyoruz. birden bir müzik sesi geliyor, yaşlı amcalardan oluşan bir koro Hviezdoslavovo meydanında Nato karşıtı bir konser veriyor. Eda'nın karnı aç, ortam güzel, vakit var. Yine bir pizzacıya oturuyoruz. La Pala

Burada bir margarita pizza, bir sebzeli pizza, biri alkollü biri alkolsüz iki bira ve limonata istiyoruz. Toplam 25 Euro veriyoruz. Öğlenki yemekle karşılaştırınca hem ortam hem de yemek kalitesi/lezzeti olarak olarak oldukça başaralı. Üstelik neredeyse yarı fiyatına.



Eda konser amcalarını izleyip dans ediyor, biz içkimizi içiyoruz, hava şahane. Şimdi ofiste binlerce işimin arasında buz gibi havada bunları yazınca deli bir gitme isteği geldi ama neyse...

İkinci öğle yemeğimizden sonra yeniden şehirde turluyoruz. Dolaş dolaş aynı yerler. Burası gerçekten küçük.

Ve dönüş saati geliyor. Biz giderken tren tercih etmemize rağmen dönüşte nehir üzerinden dönmek istedik. Bunun 2 esaslı gerekçesi var. Biri tren garı yukarda, oraya yürünmez. Ya taksi ya otobüs. İkinci gerekçemiz ise ülkeden ülkeye nehir üzerinden geçmemizin keyifli olacağı düşüncesiydi.

Aslında bu deniz taşıtına ne deniyor bilmiyorum. Ben deniz otobüsü dedim ama vapur da olabilir. Denizsiz Ankara'dan yazdığım düşünülürse bu cahilliğim de hoş görülecektir. Biletlerimizi gelmeden önce Twin City Liner web sitesinden alıyoruz. Trene göre epey pahalı bir seçenek. Bizim bindiğimiz saatte kişi başı 30 Euro. Çocuk yarı fiyat. Bir de eğer en ön 4 sıradan almak isterseniz kişi başı 5 Euro daha vermeniz gerekiyor.

Deniz otobüsünün içi. Biz en ön sıradayız, bunun için fazladan para verdik. 
Biz en ön sıradan aldık. 90 Euro civarında bir para verdik hepimiz için.

Deniz otobüsüne binerken pasaportlarımızı kontrol ettiler, bir heves en ön sıraya kurulduk. Deniz dönümüzde derya... Ama bizim çocuklar arıza. bir öne bir arkaya, bir biri içecek bir şey ister, diğeri dolaşmak ister derken tadını çıkaramadan 1,5 saatte vardık Viyana'ya.

Viyana'da deniz otobüsü Schwedenplatz'da indiriyor. Burası Stephansplatz'a 1 durak sadece. Biz dolaşarak yürümeyi tercih ediyoruz. Stephansplatza giderken yol üzerinde sola dönüyoruz, wollzeile sokağına. Buranın sonunda Plachutta Restaurantı var. Gitmeden ismini aldığımız bir yer. Kumaş peçeteleri ve masadaki bir dolu bardağı ile dışardan oldukça lüks gözüküyor. Bugün halimiz yok, cumartesi gününe rezervasyon yaptırıyoruz.

Akşam yemeği yemek lazım. Buradan çıkınca figlmüller'e bakıyoruz ama orada sıra var, zaten o kadar daracık bir yer ki bizim 2 bebek arabası ile girmemiz mümkün değil yer olsa dahi. Bir şubeleri daha var ama tadilatta.

Lugeck'teki akşam yemeğimiz
Yine bu amcalara ait olan ama konsepti farklı bir restauranta oturuyoruz: Lugeck . Her zamanki gibi bir Türk garson servis veriyor bize. Şinitzelleri figlmüller için anlattıklarından farklı. Garsonumuz buradakilerin süt danasından yapıldığını, diğerlerinin ise domuzdan olduğunu söylüyor. Lezzet olarak bende pek iz bırakmıyor, ama kötü bir anısı da yok. Ortalama ile iyi arasında bir yerde. Ancak pahalı. Şinitzel 20 Euro'ya yakın. Şahane bir patates salatası ile servis ediliyor. Yanında bira söylüyoruz. Biralar 4 Euro civarı.

Viyana sokaklarında dolaşarak geceyi bitiriyoruz.