14 Ocak 2012 Cumartesi

Londra 4. Gün : 21 Mayıs

Uzun bir ara verdiğim için ancak aklımda kalabildiği kadarıyla anlatacağım. Umarım çok şey unutmamışımdır...

Londra'daki 4. günümüz, yarın son.

Bugünkü programımız Regents park ve Hayvanat Parkı ile başlayacak. Günlerden Cumartesi. Tatil günü diye bugün biraz daha geç kalkıyoruz, 8'de :) Hemen yine sokağa atıyoruz kendimizi. Kahvaltı yapacağız, İlk hedefimiz ertesi gün havaalanına giderken otobüse bineceğimiz durağı bulmak. Otobüs bizi normal şehir içi bir otobüs durağından alacak ve o nedenle bir gün sonra panikle elimizde valiz duraklar arası koşturmamak için ön araştırma yapacağız. Daha önce hiç otobüse binmediğimiz için durakları anlamaya çalışırken biraz vakit geçiriyoruz ve bingo! Durağımızı buluyoruz. Üstelik bir gün sonra bineceğimiz otobüsün de oradan geçtiğine tanık olunca içimiz rahat bir şekilde tura devam ediyoruz.

Yürüyerek Regents Park'a gideceğiz. Daha önce ilk gün de aynı yolu yürümüştük. Zira Sherlock Holmes Museum ile Regents Park yolu aynı. Baker Street'ten ilerleyerek Regents Park'a varıyoruz. Burası aslında London Zoo'ya uzak bir kapı (Clarence Gate) , park da oldukça büyük. Parkın içinden geçerek Hayvanat Bahçesine gitmek aslında parkı görmek gibi bir amacınız yoksa oldukça uzun sürüyor. Ancak biz çok keyif aldık. İngiltere'de yaşanır yahu cümlesini en çok sarf ettiğimiz yer bu park oldu. Ancak biz vakit yokluğu nedeniyle başka hiç bir parkta da vakit geçiremedik, bunun da etkisi olabilir.


Parkta en çok hoşumuza giden cocuklar futbol antremanı yaparken ailelerinin çimlerde yayılıp piknik yapmaları vs oldu. Bir 3 sene burada yaşamak isterdim.





Biz York Bridge kapısından girip parkın içinden yürüyüp London Zoo'ya gittik. Açıkcası Londra'da yapılacak o kadar çok şey varken hayvanat bahçesinde -yanınızda bir çocuk yoksa- vakit geçirmek çok anlamlı olmayabilir. Ama ben özellikle gezmek istedim. Hiç yurtdışında hayvanat bahçesi görmemiştim ve karşılaştırmak vs istiyordum. Şimdi ise karşılaştırılacak bir şey olmadığını onlarınkinin hayvanat bahçesi bizimkinin ise kafes olduğunu düşünüyorum.


Hatırladığım kadarıyla biletler 20 Pound civarında ve London Pass geçiyor. Metro ile giderseniz en yakın durak Camden Town. Ama sanırım otobüs daha iyi bir seçenek olur. İçeride yarım gün harcayabilirsiniz. Bir dolu hediyelik eşyacı da var. Biz yemeğimizi içerdeki yerlerden birinde yedik. Beslenme saatleri, özel showlar vs de var ama biz onları takip etmedik. İçeriyi harita ile dolaşmakta fayda var.


Oradan çıkınca yine tipik Angarali mantığımızla aktarma şimdi zor olur, hadi aktarma yapacağımız durağa yürüyerek gidelim dedik. Ama burada tek suçlu biz değiliz. Hayvanat bahçesinden çıkıp da parkın içine girme kapılarının birinde bir harita vardı. Orada da aktarma durağımız olan regents park durağının 7 dakika uzaklıkta olduğu yazıyordu. E yürüyelim madem, hem de parkın bu tarafını görürüz dedik. Meğer o uzaklık parkın diğer kapısından çıkınca olan uzaklıkmış. Parkın içinden yürümek de bi yarım saat falan :) Gerçi biz yine bu fırsatı parka yayıp biraz dinlenmek için kullandık.





Regents Park'tan metroya bindik ve bir aktarma ile HMS Belfast Savaş Gemisine ulaştık. Burası programımızda yoktu ama bugün çok yorgunduk ve aslında listemizde öyle aklımızın kalacağı bir şey kalmamıştı. 2. gün London Pass kullanmamamız sebebiyle sırf London Pass'in hakkını vermek için gittiğimiz bir müze oldu. Ama yine tam bizim tarzımız bir müze çıktı. Çok sevdik.



Buranın girişi 12,5 Pound. 10 ile 18 arasında açık. Bir savaş gemisinin içinde tüm personel nasıl yaşarmış onu görüyorsunuz. Ama klostrofobik bir ortam. Küçücük odalar, daracık merdivenler falan... Yine oklar ile bir yerden başlatıp diğer yerde bitiriyor.

İçerde bir cafe de var. Biz geç saatte gittiğimizden ortalık çok sakindi, ve denizin üzerinde bir savaş gemisinde püfür püfür bir bira içmek çok hoşumuza gitmişti.



Sonrasında biraz nehir civarında yürüyüş, biraz alışveriş. Zaten bu saatten sonra müze-ören yeri girişi yok :)



Oralarda bir pubda takıldık. Otele gidip yük hafiflettik. Soho'ya gidelim dedik. Ancak orada kendimize göre bir mekan bir türlü bulamadık. Nedenini sonra anladık, aklımız otelin hemen yakındaki bir küçük ispanyol restaurantında kalmıştı. Oraya dönüp muhteşem İspanyol tapasları ve sangria'ları eşliğinde bu güzel geziyi sonlandırdık. (St James üzerindeki La Tasca - Google'in street view'i olmasa hayatta böyle bir şeyi şu anda hatırlayamazdım)

Ertesi günü anlatmayacağım zira 12'de havaalanında olmamız gerektiği için hiç bir şey yapmadık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder