15 Ocak 2012 Pazar

Paris 1. Gün: 5 Haziran 2010

Sabah Ankara’dan başlıyor yolculuğumuz. Pegasus’un tarifeli seferi ile önce İstanbul Sabiha Gökçen’e sonra da Paris Orly Havaalanı’na indik. İlk hedefimiz metro bileti almak ve sonrasında otelimize ulaşıp diğer seyahat arkadaşlarımız ile buluşmak.

Bilet almak zor olmadı, hemen havaalanın trene giden yolu üzerinde bulduk. Bizim programımızda hem Versailles hem de Disneyland olduğu için, hem de zaten Orly’den kullanmaya başlayacağımız için Zone 1-5 olanı 5 gün için satın aldık. 50 Euro verdik kişi başı. Böylece günlük 10 Euro’ya tüm ulaşım ihtiyacımızı çözmüş olduk. Yanında verdikleri metro haritası da kullanmaktan lime lime oldu :)



Treni beklerken metro haritasıyla yolumuzu anlamaya çalıştık. İlk başta serseme dönsek de aslında metroyu kullanmak çok kolay. Bu arada ben gitmeden önce program yaparken bir yere ne kadar zamanda gideriz, ya da nasıl giderizi hep burayı kullanarak yaptım. Gerçekten çok işimize yaradı, en azından metro sürecimizi çok hızlandırdı.

Oteli bulmamız aslında zor oldu, çünkü aktarma yapmamak için başka bir durakta indik. Ama indiğimiz yer gözümüzü korkuttu. Bir dolu zenci, garip tipler, garip kokular... Bir kaç kişiye yol sorduk ancak ya yüzümüze bakmadılar, ya İngilizce bilmediklerini söylediler. Bu şekilde kime sorsak diye ilerlerken dükkanının önünde duran bir adama İngilizce biliyor musunuz diye sorduk. O da dükkanın içine doğru Türkçe bağırdı: “İngilizce bilen var mı la” :) Aman hemşerim dedik, Türkçe de olur... Onların detaylı tarifi ile otelimizi bulduk.

Ablamlar, business ile uçup bize hava atmalarına rağmen otele bizden geç ulaştılar. Hemen valizleri atıp yola çıktık... Metro ile Saint Michel Durağı'na gittik. Burası bizim metro hattı geçtiği için sık sık kullanacağımız bir durak. Paris ile ilk izlenimimiz Paris'in pis bir şehir olduğu. Metrosu eski ve pis, insanlar kokuyor falan... Bunlarla ilgili olarak Metro'da söyleniyoruz, "aman nerden geldik, off şu pisliğe bak" falan... Yanımızda da upuzun boylu bir zenci var. Adam hafifçe sırıtıyor, tam inerken de bize "Hoşgeldiniz" diyor :) Biz şok tabi. Adam beyaz olsa bu kadar şaşırmayacağız :)


İlk hedefimiz Orsay Müzesi. Ancak müze kartımız yok, saat ilerlemiş durumda ve müze kapanmak üzere. Kapıda ise bize yardımcı olmaktan çok uzak İngilizce bilmeyen bir adam var. İçeri ne yazık ki giremedik. Müze kart aramaya başladık. Hazırlık çalışmaları kısmında bunu anlatmıştım. Müze kartı ararken Louvre’un bahçesinden geçtik ve yukardaki görüntü bize çok cazip geldi. Ancak yine müze kart için koşturduğumuzdan ayak banyosu molası veremedik.


Müze kartları, Louvre'un yakınlarındaki Pyramides turizm bilgi ofisinden temin ettik, bir marketten biraz içecek biraz abur cubur aldık, ve kendimizi çimlere attık. Buraların raconu bu galiba dedik, biz de uyum sağladık. Her taraf cıvıl cıvıl, her tarafta bir piknik :)


Biraz çevrede dolandıktan sonra hemen bir tekne turu bulmaya çalıştık. Tekne turu olarak şöyle bir tur aldık. Sanırım 15 Euro civarında bir fiyata. Seine Nehri üzerinde gezmek, şehri tanımak ve keyif yapmak çok hoşumuza gideriz. İlk gün için bence güzel bir aktivite...

Yaklaşık 1 saat sürüyor. Yanlış hatırlamıyorsam aldığı yerde de bırakıyor.
Oradan Arc de Triomple’ a gittik. Artık saat oldukça ilerledi neredeyse güneş batacak. Bu saat zafer tak’ını ziyaret etmek için güzel bir saat. Gece 11’e kadar açık bu arada burası. O yüzden ziyaret saati kısıtlı olan müzeleri önceye alıp buraya geç gelmek güzel bir alternatif. Üstelik buradan çıktığımızda da Champs Elysées turu yapabilriz :)


Buranın girişi 8 Euro, ancak Museum Pass geçiyor. Tepeye çıkmak için 280 civarında basamak çıkmak gerekiyor. Bizim canımız çıktı... Çıktığımızda ise göreceğimiz şey bu:


Arkasından hızlı bir champs Elysees turu yapıp otelimize döndük.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder