24 Ocak 2012 Salı

Hollanda 4. Gün: 27 Nisan 2010




Dün daha teyzem uyurken evden çıktık. Niyetimiz yarım günlük bir şehir turuna katılmak. Şehre inince önce ayılalım dedik, güzel bir kahve içtik... sonra turun olduğu yere gittik. Önce otobüs turu, sonra Van Gogh müzesi, sonra kanal turu. Aslında yaptıkları şey sadece bunlar için indirimli bilet sağlamak, yoksa rehberli bir tur değil bu. Sadece otobüs turu...

Otobüse bindik, hostesimiz ingilizce kendini tanıştırdı, sonra da şoförü... Kiraz ve Özkan! Hollanda'nın belli yerlerinden geçerek çooook ilginç (!) bir yere gittik. Elmas fabrikası!!!

Burada yaklaşık 3 dakika pırlanta nasıl yapilir vs anlattıktan sonra yaklaşık 25 dakika yaptıklarını satmaya çalıştılar. Sonra da yaklaşık 25 dakika otobüsü bekledik. Gerçi otobüs yolculuğu iyiydi. Kulaklıkla Türkçe dinleyebiliyordun turu... Ama kısaydı... Benim beklediğim bi 1 saat dolaşmasıydı...
Oradan çıkınca yahudi mahallelerinden geçerek Van Gogh müzesine gittik, orada indik... Müzeyi gezdik uzun uzun. Sanattan resimden anlayan biri değilim. Sanat bana bi gömlek büyük sanırım. Ama buradan çok keyif aldım... Ha bakmayın müze aktif olarak 2 kat. Bi iki kat daha olsaydı böyle der miydim bilmiyorum ama Van Gogh tam benlikmiş boyut olarak. Aşağıda hoş bir de cafesi vardı. Orada yemek yenebilir diye düşündük ama saat 2'i geçmişti. Ve biz akşam 5'de yemek yiyecektik. (kuzenin akşam 6.30'da işte olması gerekiyor)

Müzeden çıkınca bota binmemiz gerekiyordu aslında... ama baktık botun bileti 31 Aralığa kadar geçerli, onu salladık! Bugün Rikjsmuseum'a gideceğiz, ondan sonra kullanmaya karar verdik. Bu arada Brugge'e gitmemeye karar verdiğimiz için bugün de boşa çıktı :)
Ben yürüyelim diye tutturdum... Önce Hard Rock cafe civarına gittik, oradan Leidseplein 'den geçerek Dam'a yürüyorduk ki, hadi dedik Anna Frank'a gidelim. Valla ne Rijks'de ne Van Gogh'ta sıra vardı ama burada uzuuun ve zor ilerleyen bir sıra vardı. Serkan da kitabı okumamış, çok anlamsız buldu o sırayı. Bi 10 dakika bekledik, baktık ilerlemiyor, ayrıldık. Yine istikamet Dam. Giderken bir yerde oturduk, kanallardan birinde... Kahvemizi içtik.
Akşam başka bir semte yemek için gidecektik. Teyzem bizim elimize yazıp verdi 14 no'lu şu trene bin, şu durakta in diye. Önce durağı tespit edelim, binme zamanımız geldiğinde aranmayalım dedik. Gittik durağı bulmaya. Yürü yürü aaa yine Anna Frank'ın oraya çıktık! Veee bu sefer sıra yok! Tramvay'a binmemize 40 dakika var. Hemen girdik içerik. Bir güzel de orayı gezdik.
Sonra bindik tramvaya. Elimizde strip (sanırım!) biletler var. Bu uzun bir kağıt. Gideceğin durağı söylüyorsun, adam ne kadarlığa denk geliyorsa oraya bir damga basıyorlar. Biz bindik kondüktör yok trende.. Bizimle birlikte bir de türbanlı bir kız bindi. Bu arada genelde Hollandalılar Akbil gibi basıp okuttukları birşey kullanıyorlar. Türbanlı kızın da elinden bizimki gibi bilet var. Omuz silkti kız geçti oturdu. Dedik neyse kondüktör gelince basılıyor herhalde. Meğer bi makinesi varmış, oradan basmak gerekiyormuş. Biz bunu inerken fark ettiğimiz için kaçak yolculuk yapmış olduk. Bütün akşam da teyzemlerin buradaki Türkler böyle zaten, bak geldiler 3 günde böyle oldular diye dalga geçip durular.
Neyse gittik susiler, woklar, tatlılar, balıklar, valla hepsini götürdük. Oradan çıktık, yarı yarıya yürüyerek sonra da tramvayla evimize döndük.
5 Zarla oynanan keyifli bir Hollanda oyunu varmış, waffle'larımızı yiyerek onu oynadık.
Bu post resimsiz oldu, zaten bir yandan teyzemle muhabbet ettim bi yandan yazdım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder